22 Kasım 2017 Çarşamba

YETİŞKİN UYKUSU [22.11.2017]

Uykularım... Uykusuzluğum...


Kör halatlarla birbirine bağlanmış insan yanım,
Ve insan düşmanı huyum...
Garbın âfâkını sarmış hayal kırıklıklarım.
Kulaklarımda artık hiç söylemediğim şarkılar, kavgalar, 
Evimin sürüklendiğim parkeleri,
Göğsümdeki delik açılmış deli duvar,
Kapımın yüzüme çarpan gaddar sesi,
Dolandırılmış diller, diller, diller...

Beni çağırıyor uykularım, 
Beni çağırıyor benim olmayan yatak...
Düşünüyorum da,
Uzandığım hangi yatak benimdi,
Başımı koyduğum hangi yastığı ben doldurdum şimdiye kadar?
Yabancı bir etiket gibi yapıştığım yersiz hayatlardan fark edilince sökülüp atışmak dışında,
Nerde saklanabildim soluklanabilecek kadar?
Hiçbir tanıdık yanı yok hiçbir kimsenin, sadece aynılık var.
Gözlerimde daha önce önce gidilmemiş bir diyarın hayali var, hep var.
Uykum mu?
Uykusuzluğum mu?
Korkum mu yürütüyor beni her geceden sabaha kadar.
Kağıtlara kalem değdirmek mi zor, yoksa anlatmak mı zarar?
Sevmek mi yahut inanmak mı?
Bir oyun oynamak, bir yalan söylemek mi kendine bu yaşamak?
Mutluluğu bulacak ve sevebilecek. 
Bir gün çok güzel günleri olacak.
Kendini kandırmanın cümleleriyle kim yaşayacak?
Ben... Zaman... Çocukluğum...
Kimse ben değil, benim çocukluğum.
Ben kimsenin değilim, kimsenin çocukluğu.
Kırıldığımız yerlerden birleşmiyoruz.
Kırıldığımız yerlerden iki kırık kalıyoruz.
Ya kabusların esiriyiz, ya hayallerin.
Asla gerçeğin değil.

Uykularım benim değil.
Uykusuzluğum benim.
Uykusuzluğum 'benim'.

9 Temmuz 2013 Salı

Aşk, yüzü görünmeyene... [22.08.2012 - 09:00]

Kuş bakışı bir Amed döner her sabah Kürtoğlunun gözlerinde.
Emekle selama kalkar darabalar,
Taş duvarlarını sıksan, suyu çıkar, Dicle olur,
Zilan akar Zilan deresinde,
Mağruriyet yemin buyurur:
"Ben böyle diren görmedim"
Kalbin çırpınışıdır destan, aşk yüzü görünmeyenedir..

Sabah olur,

Kuzgunlar düşman vurur, dostu inayet burur..
Bir ana, iki yetim yavru,
İki kanat düşer yere meleklerden arda,
Cudîler çağırır kavgaya, hem palas pandıras düşer öfke, hem başı bozuk, hem de mağrurdur...
Gelin başına taç, duman takınır dağlarım..
Bir patlak top dolanır Amed sokaklarında, neşeli çocuklarımızı bulur,
Soyu kuru, gönlü yağmur...
Gözümden geçer kızımın lastik pabuçları;
Kırmızı, rugan ve yenileşememiş.
Nedir o heybeti eldeki ağır gülün?
Düş ile ağıt arasındaki gül, 
Kokusu dağlarımdan duyulan.. 
Sonsuzdur..  

Bir yılım, bin yılım

Hakî bir gül, 
Bir başka gül elimde kurur..
Dewreş'im ses verir soluğuma, 
Elimde bir kanlı gurur,
Çok görür, yol yürür,
Çok yaşar, az var olurum. 
Yol biter, kalır çocukluk ve bir garip burukluk yaşamaktan yana..
İçimi açın,
Şu güçsüz ve âşık,
Ve korkmuş yüreğimi, ahdım olsun açın meydanda,
Ve özür olsun diye dağıtın parçalarını halkıma..
Varlığımı bir şiir boyunda verin insanlara,
Artıklarımı çocuklarımızın ayaklarına gömün...
Bir yılım bin yılıma mahcuptur,
Yaralıdır vicdanım..
Ölemedim,
Ve yaşayamadım da..
Beni zamana fırlatan o aşk uğruna,
Direnmek uğruna,
Zindanlara biraz Van'ın tuzunu,
Bir çocuk yüzünü,
Her gencimin azad olmuş duygusunu,
Silahların namlusunu, 
Ve yarîn kokusunu, ve gelecek korkusunu çıra yapın,
Yakın beni! 
Ateşin selamıyla güne armağandır aşk...
Yüzümden başlayarak yakın beni.
Herkes bilsin aşk,
Yüzü görünmeyenedir...

Şeydâ Falanfilan..

MUM ALEVİ [30.08.2011 - 08:14]

Sen mum alevisin


Mezopotamya'nın dağları ateş, ateşi mavzer kokan
Rüzgarı barış, barışı hasret kokan
Nehirleri kadın, kadınları onur kokan...
Yemyeşil eteklerinde sayısız kızıl yıldız taşıyan anaların gözyaşında maviye çalan
Gölgesinde yandığımız Kürdistan güneşinin esmer gece misafirliklerinde,
Küçücük bir köyde,
Belki taştan çatma kapı önlerinde,
-ki daha gök sahtekar alevlerle aydınlanmamıştır o zaman-
Dünyanın en kalabalık yalnızını oynayan bir Kürt ailesinin gözlerine yansıyan o kudretli,
Mum alevi...
Aynı anda hem ısıtıp hem aydınlatan,
Üstelik öyle bir ademin uzvu sınırında değil;
Tepeden tırnağa,
Botan'dan Serhat'a,
Tigris'ten Purattu'ya,
Kızlarımızın bir çıplak ayağından ötekine,
Sadece karanlıkla kafa tutuşan
Sadece siyahı yakabilen bir alev düşün...
Kürdistan toprağının, -mümkün değil ya-
Faşizan binalarına inat,
Tek katlı hayatların tarihe emanet bıraktığı tükenmek bilmez...
Mum alevi...
Metropollerde roller farklıdır,
Yalnızlıklar da...
Parlak caddelerin göz alıcı tabelaları,
Neon ışıkların, amblemlerin,
Amblem suratlı yabancıların en yakın ahbabı olmuş bir çift göz vardı,
Biz baş kaldırmadan evvel.
Gözlerim gözlerine yetişmeden hemen evvel,
Arka sokakta bir Kürt gencini tokatlıyordum.
Yakalasam o an,
Ve gözlerime hiç bakmasan,
Sana da giydirecektim.
Gözlerim...
Parlak ışıkların mil çektiği
O güzel,
Büyük,
Umutsuz, çocuksuz,
Yersiz,
Yurtsuz...

Ama ne var, neyim vardı benim
Neyim var ise,
Ya da neyim olmamış ise,
Hepsini sularına kattı Dicle bir gece
Bende yamalı duran her şey, önce gürül gürül aktı şehrin içinden,
Dolaştı bir süre,
Taştan kucağına harç oluverdim en son.
Artık, bir yurtsuz,
Yurdunun taş bağrına oturup stranlar söyleyebilir, kanun olsun bu,
Benim kanunum!
Benim esmerliğim, benim aptallığım,
Cılız ışığım
Mum alevim...
Yumulup ağladığım, göğsünü zorladığım ana...
Bir ana taş kokar mı, ya da bir taş ana?
İki minibüs farı, ölüme kandil yakar mı?
Bir köy buram buram kan kokar mı, kekik değil ki bu!
Sevgili ölüm kokar mı tabutsuz?
Evet, sevgili...

O tabelalar beni bırakır, bırakmak zorunda
Alacalı, süslü,
Bize hiç benzemeyen o her şey,
Bırakır beni kör halimle.
Ne iyidir bu!
Çünkü bazen,
Kudretli mum alevini görebilmenin tek yolu,
Önce kör olmaktır.


Ji Bo "Azad"îye...


Şeydâ Falanfilan

Yangın Gecesi... [24.06.2012 - 11:49]

Ey güzel gecem!
Ne hallerdesin,
Bilirim.
Elin nasıl yanıyordur,
Nasıl sıkışıyordur yüreğin...
Umarsızlık kuşatmıştır bedenini,
Besêler tutmuştur dilini.
Ama bildiğim bir şey daha var:
Gece tüm karanlığıyla bizi kırıp döktüğünde,
Bildiğimiz bir şey var.
Gün doğar...
Ne yaşanırsa yaşansın,
Gün mutlaka doğar.
Toprağa düşen her taze çiçeğin hürmetine,
Milyonlarca tohumu karşılayan gün,
Mutlaka doğar...

Ey benim yangınım yurdum!
Ey çoluğum, çocuğum, torunum, torbam,
Ey kadınım, gelinim, bağrımdaki cansız oğul bedenim!
Ey benim görkemli, ve öfkeli,
Ve yangınlı gece seslerim!
Neden severiz karanlığı?
Günü sabırla bekleyecek kadar çok sevdiğimizden mi yaşamı?
Vapurların sesini,
Güvencin nefesini,
Bozkırın sarısını,
Yarenin kokusunu,
Hêvîyi çok sevdiğimizden mi bu bekleyiş?
İnanmaktan mı ya da, ucunda zaferi görmekten midir?
Neden olsun.
Günüm, gecem ve yaşamak aşkına!
Halkımla şafağın nöbetindeyiz.
Ayın yüz döndüğü sevgili,
Küskün, kırgın, harelenmiş, örselenmiş güzel,
Halkımla yangınların nöbetindeyiz.
Ölmekten yorulduk, siyahlıktan utandık,
Ayrılmaktan bin parçaya dağıldık!
Duy sevgili,
Bir kibrit çöpü,
Bir tutam dal,
Bir odun kor aşkına sevgili,
Bizimle bekle karanlığın yenilgisini,
Bizimle batsın gece,
Halkımla, umutla,
Bizimle,
Sen de doğ...


Şeydâ Falanfilan..

Halkımın Yarasına Sığmıyorum... [30.06.2012 - 11:30]

"
Hiç imkânı yok ama, gönül aşk istiyor.
Sığmıyor zindanın karasına,
Halkımın yarasına sığmıyor.
Yaşam denen süresiz ve kısa zaman dilimlerine,
Kırık kanatlara,
Yazılmamış mektuplara sığmıyor.
Parçalanıyor doğa,
Vicdan örseleniyor.
Saatleri vuruyorlar, bizi kandırıyorlar heval!
Taşım, dağım, toprağım,
Üşütüyorlar bizi,
Soğuk sığmıyor.
Ten tene değmeden, güne gün eli değmeden,
Bir akıl sende, bir akılsız ben,
Sızlıyorum en deşkin yerimden,
Sevdiklerimizin selamı fanidir diye...

Oysa ne çok şey vardı şimdi söylenmede,
Ben sana, sen bana.
Anlatamazsak kırgınlık oluyoruz,
Sen bana,
Ben sana.
Hiç imkânı yok da, biliyorum,
Ama çaresi yok,
Gönül aşk istiyor.
Yürekte pır pır uçan gönül kuşu,
Her yürekte yarası bin yerinden,
Tünemiş bizim stranımızı söylüyor:
"Yara açtı gül teninde"
Güzel huyum, insan yanım, devâm, terim;
Vedam...
Sığmıyorum,
Zindanın karasına, halkımın yarasına,
Sığmıyorum...

"
Şeydâ Falanfilan..

Yüzüm Eğik.. [29.08.2012]

  Çocuk olmak istiyorum, kaygısız ve umutlu bir çocuk gibi.. Ve onun toprağı, onun suyu gibi; anası gibi ana olmak istiyorum.. Henüz hiç kimsenin ölmemiş olduğu bir dünyada, ilk ölümlü olmak istiyorum.. Coşkun bir nehir olmak istiyorum, bütün acıları önüme katıp, sürüp götürmek istiyorum, kimseye kalmasınlar artık! Kimse bu kirli dünyadan parmağını çekip de, yüzünü eğmesin artık çocuklarımıza.. 

       Bunu yapmaya gücümüz yeter mi? Bedenin, bedenim siper olsa, yaşamlara yeter mi? Kaldır başını, başı dumanlı dağlardan bak doya doya gökyüzüne.. Benim yüzüm eğik, utanç dökerim yerlere.. Umut etmek gerek, tükenmemek gerek. Yüzümle beraber hep döküyorum umutları da, her ölümle, her yangınla, her acıyla, her anıyla, her anayla! Neye yaradım? Tükenmeye hakkım yok da, biliyorum, bu yüzden utanıyorum. Beni affet heval.. Beni affet ne olur.. İsterim, hayal ederim, var edemem. Hiç var olmamış gibi gideceğim bu dünyadan. Sense hatırlanacaksın, her daim bahsedilecek, anlatılacak bir destan olacaksın. Ben ölümlüyüm, sen kurduğum düşün gerçeğiyle özgür ülkende sonsuz olacaksın. Yanında olamadığım için beni affet heval, beni affet ne olur..


Şeydâ Falanfilan..

Sen Gülünce Ağlamak İsterdim [09.02.2007]

Sen gülünce,
Bir gül solardı içimde, gamzelerinden utanarak..
Bükülürdü boynu tüm güzelliklerin,
Sesi kısılırdı bülbüllerin..
Ömrü tükenirdi ölümsüzlerin..
Sonuna gelinirdi tüm heyecanlı hikâyelerin..
Betonları topraklaşırdı metropollerin..

Sen gülünce haykırmak isterdim

Ey beni terkeden anılarım,
Gelin de görün nasıl bir güzellikle karşı karşıya kaldım..
Benimle haykırırdı göz kapaklarım,
Duramıyorum, gelin de yardım edin..
Açıldı kara kutularım, sırdaşlarca bilindin..
Sen bir esrarkeşte temiz nefes gibiydin..

Sen gülünce,

Bir şimşek çakardı gökyüzünde..
Ne kadar çocuk varsa uykusundan sıçrardı..
Ben de aradım kollarını,
Gökyüzüne sarmıştın, ışıkLara aldanmıştın..
Şimşek olmak için, yağmurları bırakmıştın..
Ben de unutmuştum yağmurda ıslanmayı,
Şimşeklerden korkmaya başlamıştım..

Sen gülünce ağlamak isterdim
Gözyaşlarıma yansısın diye gül yüzün milyonlarca..
Kalbimin kablolarını söküp atardım..
Teklerdi,aldırmazdım..
Ben sana hayat bağıyla bağlıydım..
Sen gülünce sarsılırdım artçılarla,
Ölüm çadırıma gelene değin..
Sen gülmeseydin..
Boğularak ölmemek nedir,
Nasıl bilirdim?

Şeydâ Falanfilan..

İSMİNİN HÂLLERİ [22.11.2006]

İsminin yalın hâlinde tanıdım Onu. Öyle nurani bir ışıktan gözü kamaşmış gibi hafif kıstığı o kuyu dibi gözlerinde, ne olduğunu anlayamadığım bir varlık saklıydı. Kendinden başka herkese ulu bakarken farkettim O, aynalardan habersizdi. Olamazdı ki o ismin ulu sandıkları, ismin sahibi kadar masumâne ve doruklardaki kar gibi izsiz. Bir ibare beliremeyen yanak kalyonlarında, yankılarda bir iki notaydı sesim. Uzaklaştı sandım sözlerimin her birini, çarpmadan önce yüzüme yüzüme. Bakamadığı yüzüme şimdi bir aydınlık geldiği apaçıktı, Onun kısık gözlerinden yansıdığını bilmediğim. Ulu sandıklarından biriydim belki de, o da ne çıkar, bir yabancıya denkti. Sıra sıra dizilmiş ateşyayan okları ne de güzel iniyordu gözlerinin üstünde. O, beyaz ışıklardan bile daha beyazdı.

Bir dönüşle geceye karıştı saçları. Kulaklarımın içinde ayrılıkların tellalı... Bir dokunabilseydim kararmadan O, gece gibi. O, kirpiklerinin altından bir görebilseydi beni, nurani ışıklardan yüzünü çevirip. Öyle uzun bir yoldu saçları. Yürüdüm, ama ulaşamadı ona hiçbir zerrem - Dağıtmıştım kendimi oysaki, ayırmıştım.- Birleşemedim. Dağınık kaldı kalbimin boş beyaz sarayları.


En yakın taş duvara dayayıp sırtımı, bekledim geri dönmek denen palavrayı. Upuzun sahil boylarında selviler surat asmışken ve kaçmışken ay gecelerimden, arayamazdım. Gelmeliydi. Saflığında saklı güzelliği beni varlığından bile habersiz olduğum bir kafese kapatıvermişti. Demir parmaklıkların soğukluğunda, Onun ellerini hissettim. Havanın öpücükleri geçip giderken yanaklarımdan, acıyan ama çok tatlı bir yarayla, kızgın selvilere yalvarıyordum, kara geceden çıkıp gelsin diye. O...


İsminin -i hâlinde, Onu gördüm. Geceden çıkıp dönmüşken tüm duruluğuyla, gözlerini kısıp ilk kez baktı bana. Onu sevdiğimi ya da işte kalbinde bir ok hissetmenin, karşındayken özlemenin, dolunayda kararmanın adı her neyse o duyguyu yaşadığımı, bana net bakınca net anladım. Bir köprü kuruldu gözlerimizden, ince; birbirimize ulaşmak için aceleci ama temkinli, yürüdük tan vaktince. Korktu. Onu izledim. Dönüp gitmeye cesareti yoktu, önümden geçip gitmeye olduğu kadar. Geçti, gitti. Köpüklü bir su dalgası misali öyle ihtişamlı görünüyordu ki, kıyıya vurmadan bir kaç saniye önce…



İsminin -e hâlinde , Ona yürüdüm. Nereye, ne kadar gideceğimi bilmeden, mecburi istikamete yönelen bir eski model otomobil gibi, üstelik bozuk, akıta akıta ilerliyordum tüm yakıtımı. Ona ulaşmak, Ona bu düğümlü kalbimle bağlanmak için, yol katettiğimi sanarak yürüdüm. Gece sabaha davette, ben nöbetlerde... Elimde silahım, ama korunmasızım. Ona anlatmak istedim, ömrün geçirilen değil yaşanan kadar olduğunu. Ona söylemek istedim, Ona yaprakların üzerinde donup kalan su damlalarının güneşe hasret olduğu gibi hasret olduğumu. Ona bakmak istedim, bakmış olduğum ne varsa unutarak. Gözlerimin görebildiği tüm alanları Ona adayarak..

.
İsminin -de hâlinde, Onda bir mahzunluk gördüm, gördüğüm ilk cennet yerde. Kalbi öyle ağır, sürüklerken peşinden, gidip var gücümle kaldırmak istedim. Onda bitmişti tüm gücüm. Onda bir yılgınlık gördüm. İmkânsız bakışlar saçıyordu bastığı toprağa. Bir daha, son bir kez daha dönüp baksın diye bana, yalvardım durduğumuz saatler kadar yaradana. Döndü son kez, son olduğunu bilmeden. Uçuştu havada, kalbimizde ne varsa. Ellerimi uzattım. Tutmadı. Onda bir korkaklık gördüm, dönerken son kez. Tekrar savurdu saçlarını karalara. Gözden kaybolurken, bulunmamak üzere, Onda kaldı kazandığım ne varsa. Onda kaldı gerçek arzular, hayaller, umutlar... Derlerdi hep aşk bir defa... Onda kaldı dalgaların haşin sesi, deniz kıyısında.

İsminin -den hâlinde, ayrıldım Ondan. Beklemekti artık aşkın bu evresi, rayların üstünde, gelmeyecek bir treni. (Ya gelir, ezer geçer; ya gelmez, deler geçer.) Ondan umduğum ne varsa, döktüm bıraktım, selviler arasında. Soldurdum geçtiğim yerleri. Güneşi batırdım Ondan kalan kederle; geceyi kararttım, karadan fazla. Ondan öğrendiğim ne varsa, bakıştığımız anlardan kalma, sildim güya, kazıya kazıya. Ondan uzak, Ondan ayrı, Ondan habersiz... Onsuz yapayalnız, çaresiz... Dalgalar da durdu zaten. Ondan alabildiğim sadece gözbebekleriydi, Ondan beklediklerimi ise uzun zaman önce tüketmişti. Ondan ayrıldım, bitmeyen bir akşamın karanlığında. Ondan ayrıldım, asi selvilerin gözyaşında. Ondan ayrıldım, sönmüş bir ay ışığında. İsminin son hali sancısında...

Şeydâ Falanfilan..

Ruhumun Göründüğü... [27.10.2012]

Bir şekilde ölürüm ben
Nasıl bilmem
Muhtemeldir yılmış olurum ölmeden hemen evvel
Özlemiş olurum, neyi diye soramazlar
Gök mavi yolunda bir kara tren olur sen
Bir bilsen, ne çok kelimeyle eş anlamlıdır sen
Ekmekle, toprakla eş,
Açlıkla ve çocuklukla
Kadınlıkla
Eriyen bir vücutla ve havada dönen bir ateş topuyla,
Yere düşecek bir zaman sonra
Ölürüm ben, yarın veya bugünden erken,
En erken bugün gelsen, 
En çok hayallere yetişsen, 
Yine de...

Bilsen, ne çok kara geceleri boş saat sesleriyle doldurmuşlar.
Sen gelme diye kurulmuş cumhuriyet,
Sen varma diye uzatmışlar çağdaş zamanda yolları,
Elleriyle döşemişler dağları, denizleri; 
Gemileri sen binme diye kapısına kadar yüklemişler.
Bilsen, bilseler yolumdan çekilecekler,
Yalanlar yanacak, 
Yalan aşklar, yalan iktidarlıklar..
Bir çocuk hem borçluyum hem alacaklı bu dünyaya, bilsen, 
Sana benzeyecek tüm çocuklar,
Elleri tertemiz, üst-başları yenice, hayalleri ateş değmemiş...

Belleğim somut tutmaz, bir tren görürüm, 
Bir sen ve yollar sadece.
Elimde neşter soğuğu, senin ellerin tomar kağıt,
Bilmediğim yerdeyiz, 
Susuyoruz, acıkıyoruz, bağırıyoruz
Bir kaç Türkçe kelimeyi öldürüyoruz, dille alakası yok, senle; 
Sonrası yok..
Sonrası yine toprak, eni ve sonu biliyoruz, ama sadece,
Sen derdin ya sadece sevmek için var insan,
Gerisi icat, gerisi ithal, gerisi uydurulmuş...

Biliyorsun sen gelmeyince her gün,
Yarın ölecekmişim gibi kısa geliyor hayat
Bir mezarın içini görebilmek gibi,
Işığa dalışmış sinekler gibi,
Baktığım her yerde beyaz lekeler gibi,
Ölümle bekleşiyorum, hiç şüphem yok.
Bir şekilde, bir yerlerde.
Bir yolculukta, yollarda,
İnsanların yaralarında,
Çok uzaktaki bir insanın hastalığında, belki bir Çinlinin
Belki Kürdistan’da, 
Ya da motoruma benzin ararken,
Sen çoktan ve erken ölmüşken belki
Bu cümle elime dolandı işte...
Umut içeren şarkılar yasaklanmışsa, çok realist bir anımda, birden bire,
Ya da beklerken dört gözle,
Bir şekilde öleceğim.
Sen, zaman, çocukluğun..
Direnmek hayata dört nala koşarken,
Evet koşarken, kalbimiz delik değil buna da şükür.
Ben olmasam da sen var ol dememişsin gibi, seni hiç duymamışım gibi,
Öleceğim söz sana,
Seni tarihi incitmek için bile, seni sürgünlere, seni yıllara cahil,
Seni kendime cahil sevdam bilip, cehaletten öleceğim.
O gün, tıp tarihinde bir ilk olur
İçimi açıp bakabilirler,
Maddeleşmiş ruhumun içine.
Senin etrafına tutunan anlamları kesip çıkarabilirler,
Parçalarımdan gemiler yapıp salabilirler,
Tibet yakınlarında bir göle..

Şeydâ Falanfilan..

Bekle Beni...

Bekle beni,
Sonsuzluğu yırtan bir mektubu bekler gibi bekle...

Acılarımızın tutuşup ayazı kırdığı,

Öldürülmüş yahut intihar etmiş dünyamızı,
Melekler gibi şu dünyamızı aşıp sana yükseleceğimi bekle.

Bekle beni Amed'im

Adındaki ateşle yakarsan her yer Med olur,
Her yer gün, yediren toprak
Anamız olur her memleket,
Ateş yandı mıydı dilimizdir her kent.
Bilirim, bir yer vardır acılarımızı sığdıracak,
Bir merdiven aralığı, ölmemiş bir kanat parçası,
Beyaz bir defter yaprağı.
Ölümden görünmeyen dünyada,
Göze değen bir ışık,
Varsa senin gözlerindedir,
Etrafına yaşlı çocukluğun asılı gözlerindedir.
Yazık gözlerinse yerlerin elindedir,
Ellerinse soğuktur şimdi,
Sürgünden dönmüş bir yolcudur zaman..

İçinde çakan şimşekleri,

İçinde ölen insanları,
İçindeki seni bilmek...
Bilinç ne güzel ve ne korkunç bir günahtır!
Amed'im...
Sen yılma ama...
Paramparçalaşmışlığını Med'in ateşine at
Üşümüş çocukluğunu bu ateşte ısıt,
Ananın cefasıyla harlandır...
Ve yanan her yaranla, yeniden, tertemiz bana gel yine
Göğsüme dayadığın başın,
Dayatılan aşka başkaldırıdır.
Çünkü sen yolları bilirsin,
İsyanın gitmelere olmadı senin hiç...
Aynı güne bakışımız,
Aynı yedi yıldızı arayışımız,
Arayışların içinde bulamadıklarımız...
Ve ölüme yakılan ağıtlar dökülür diye gözlerden,
Zaten içinde ölenler öldürülür diye yeniden,
'Yüreğin' tükenir diye bunlar olurken...
...
Gitmelerin ağır yazgısı,
İşte burada başlıyor hikayen...
Sonsuzluk bir güne kavuşur diye sürer yaşam serüveni...
Ama Amed'im,
Ölsek de bekle,
Her gün ölsek de bekle beni...
Sonsuzluğu yırtan bir ağıdı bekler gibi bekle...

Şeydâ Falanfilan..

9 Haziran 2011 Perşembe

"VE ADIN" [09.06.2011]

Bir adım,
Ve adın...
Anlama ulaşamaz kurgulansa,
Var oluşun, ve olmayışın...
Düş,
Sonsuz zaman içinde masal,
Düş her kurulduğunda temelden sarsılan
Bir işi, oluşu,
Hareketsizliğimin...
Zaman dijital saat fonunda öldürülüyor...

Ve adın,
Fazlasıyla ait olunabilir, mahsuru yok olabiliyor...

Birleşmiyor noktalar
Hepsi birbirinden öyle uzak, sana dairliklerin...

Ve tahtadan salıncak uykusu
Ve sapı ipince çay kaşığına dokunmak arzusu...

Duman fazla
Gece - gündüz hep sevgili, birlikte bir gündürler...
Duman havada az, ağız boşluğunda olduğundan...
"Bayan WC" tabelasındaki kadın acı çekiyor,
Yanlış yerinden ağlayan
Çıplak ve bitkin... 
Suslar post-itlere dönüyor,
Az anlamlı,
Küçücük,
Bir çok tane...

Ve sen,
Adın,
Adlar anlatılmaz
Kara tahtadan temizlenmeye ihtiyaç duymaz.
Sıcak bir esirlikte akar,
Ve gider...
Bir sürecedir, hep akar, ve hep gider...
Milyon sahneli bir film karesi,
Hangisine bakarsan oradan başlar oynamaya
Milyon tane antikor yalancı çıkar,
Senin yüzünden, kana...

Ve adın bilmiyor,
Ömür bir bütündür
Şimdiler bütünün etrafına tutunur.
Kısa dilli, uzun gözlü, şom ağızlı 'Umut'
Onu herkes tanır,
Hep yanımda dolaşır, 
Kana hiç dokunmadan...

Yok oluşun, var oluşunu anlamsız kılan
O bilmiyor
Ve senin yüzünden, sadece kana...

Bu kez edebiyat yok
Söz versinler, yok bu sefer
Ve anlatsınlar(?)
Bir filmi anlatır gibi, yaşamakları,
Anlama...
Hüzünlerimi,
Etkilenme...
Tabloları, yorumlama...
Karikatürleri,
Sakın gülme...
Ninniler söylesinler, ama uyuma...
Gündüze malzeme olmayı,
Geceye leziz yemekler yapmak için...
Felsefeyi ve,
Var oluşunu sorgulasınlar
Bir "adın" boynunda kalmaları
Nafilece...

Şeydâ Falanfilan..

2 Haziran 2011 Perşembe

Birlikteliğin Olmadığı Bir Dünyada, Yalnızlıktan Söz Etmek..

      Yalnızlığın belli bir tanımı olmadığını fark ettim.. Ara ara gelip giden histerik duyguların hepsinin adı yalnızlık sayılabilir, eş zamanlı berbat şeyler yalnızlık sürecesi olabilir.. Ya da tekil şahıslar arasında sarmal olarak yer değiştiriyorsanız buna da yalnızlık diyebilirsiniz. (Hayır, derin yazmak için anlamını düşünmediğim cümleler yazmıyorum; kastım, hayatınıza 'ben' diye bakarken aniden 'o' -film kahramanı- olmanız, akabinde kendi kendinize öğütler verip 'sen'e bağlamanız sırasında olanlar..) Oturup düşünmek, bazenli cümleler kurmak, 'Lan bu filmdeki adam bana benziyor haa' deyip senaryolara dalmanız, 'Bu şarkıda beni anlatıyor' deyip şarkıya kafanızda klip çekmenin kaçınılmazlığı aslında sizin yalnızlığınızın tanımı.. Aforizmik cümlelerle duvarları süslerken yazdığınız cümleler değil de, o cümleleri yazma eyleminiz yalnızlığa daha bir uygun düşer.. Yalnız olmak, asla düşündüğünüz tanımlardan biri olmadı, düşünürken yaptığınız her türlü saçmalık olabilir, sigaranızın külünü yutmak gibi; gözünüze kestirdiğiniz, esasen yaşadığınız sahneyle alakası olmayan karıncayı ayak altında çiğnemeniz olabilir.. Bira kutusunu, şarap şişesini, yatakta ters dönmüş yastığı amacı dışında nesnelere benzetmeniz en sevdiklerimden.. Gelip gidicidir hayat, (Hayır, aforizma yazmaya çalışmıyorum, ara ara kendinize nefes almaktan fazlasına yakıştırmadığınızı kendimden biliyorum, bu her zaman olmaz.) Hayatla bir bağınız olduğunu düşünmeniz için yeterince idea icat edildi; yeterince mesele, dava, yeterince içselleşmemiş mücadele arzusu ya da belli belirsiz sözde kesin kararlar.. Hayatla bağınız herkesle aynı, kendinize en yakın olan 'şey'i seçiyor olmanız. Bir şeyi durduğu yerinden alıp başka bir yere koymanın en kötü yanı, boşluğa ait olmayan bir şeyi boşluğa fırlatmaktır, o şeyin olduğu yerde boşluk yaratmaktır ya da, ne fark eder, ikisi de aynı 'şey'.. Konuşmanın en güzel yanı, şey sözcüğünden bolca kullanabilmek, çünkü neyin ne olduğunu en az herkes kadar bilmiyoruz..


      Susmak istediğimde yazmam gerektiğini kim söylüyor, susmak istiyorsam susmam ve hiçbir şey yazıp söylememem daha mantıklı olmaz mı..? 


"O adam beni seviyordu, ya da sevmiyordu ama benden ayrılmak istemediğini biliyordum, bunu önemsemiyorum." 


"O adam için yapabileceğim en anlamlı şey değişmekti, değişemediğim için beni terk etti, ya da belki de çok değiştim, bunu düşünemiyorum.."


"O adam benim için değişmeyi gerçekten istemişti, değişemeyince beni terk etti, bunu gerçekten anlamak istiyorum.."


"O adamlardan hiç biri, o adam kadar yıkıcı değildi, ben onu geçtiğimde teknik tabirle nalları dikmiştim, iyileşmem kolay olmadı, bunu sık sık unutuyorum, yaklaşık 10 saniyede bir.."


'Bazı' ve 'Bazen' kelimeleri TDK tarafından yasaklanmalı, böylece hiçbir şeyi genelleyemem ve o zaman kafamın içindeki göçler yerini metropol kente bırakabilir, kalkıp gitmesi gerekecek..


      Geçmiş, gelip gidicidir, buna tanrıdan da fazla inandım. Sartré'ın dediği gibi, 'Kendim değilim, ama olmayı isterim.' Devam etmekle samimiyetsiz bir ilişkim olmasa, belki kendim olmayı becerebilirdim. Siz ne zaman kendiniz olursanız, beni evinize çağırmayı unutmayın. Mümkünse ben gelmeden evinize bir kara tahta asın, kara tahtaları çok manidar bulurum, yazmamı hep engellerler, böylece susmak istediğimde yazmam gerekmez. 


Hayır, 
Sevgiden hiç bahsetmedim..


Şeydâ Falanfilan.. (Denemek Yanılgıları'ndan)

17 Mayıs 2011 Salı

Günah..

Sen 'Günaydın!' diyemediğin için, aymayacak bu günüm
Buz tutacağım sanki karanLıkta, 
İkLim üşütecek ve tanrının işidir deyip geçeceğiz.
Yüreğinden yüreğime,
AteşLi yoLdan uzanır günah;
Dokunsan bana, 
Dört büyük günahtan oLacağım..
Işığa eğiLsem dört büyük tanrıyı kızdıracağım..
Yerin üstünde bir örtüdür gök,
Sıyırsan eLbisemi, yükseLiriz,
Bizi göremezLer..
Uçarsak inanmazLar gerçek oLduğumuza;
Sana Mesih,
Bana da beLki Meryem derLer..
Büyük şeyLer oLur, gitme bu sefer,
OLur ya ikna oLur herkes,
Bir tanrıyı daha kaLdıramaz bu evren..
Gidersen gidecek,
Kuruyacak insan soyu;
Gidecek 'içimden' yaratıLdığım duygusu,
İçimden parça parça sökmem gereken..


Şeydâ FaLanfiLan..

14 Mayıs 2011 Cumartesi

KIRIK..

      Bazı günler çok iyiyim. Bazen çok güçlüyüm. Kimi günler çok gülüyorum, kimi zaman sahiden mutluyum, umutluyum.. Ama bazı günler, kendimi gerçekten paramparça hissediyorum.. Bugün o günlerden biri.. Sanki hiç yıkılmadık ve sonrasında bin bir çabayla toparlanmadık, sanki hep yıkıktık, hiç mutlu gün geçirmedik gibi hissediyorum. Ne zaman güzel şeylere sahip oLdum, ne kadar elimde tutabildim sonra ne zaman bir anda kaybettim, hatırlamıyorum gibi hissediyorum..  Hiç böyle bir şeyler hissettin mi..?


      Böyle durumlarda hep, ne yapacağımızı bilmiyor oluyoruz.. Ama her seferinde yapacak ve anı kurtaracak boktan bir şeyler buluyoruz. Ya sonra, sonra ne oluyor? Erken büyümeye başladığım o günlerden bu yana, dünyadan anladığım gerçek tek bir şey oldu: Yalnızlık.. Değil aşk, değil mutluluk, değil hayır, anlamının peşinde koşturduğum hiçbir şeyin gerçek hayatta karşılığı yok. Hepsi beynimin ucundaki hayalet düşünceler, hepsi ruhumda iz bırakan sanal yaralar..Beni ağlatan, beni yaralayan, kalbimi bu denli kıran, parçalayan, beni dile gelmeyen çaresizliğe düşüren, 'Of neresinden başlayayım da anlatayım ki, boşver.' suskunluğuna boğan, yedi yirmi dört kızdığım şey o çok özel insanlar değil, kendim de değilim, yalnızlık.. Midemdeki bu tiksinti verici boşluk onun eseri, ve geri kalan iflah olmaz her şeyin.. İşte tek gerçek bu, işte edebiyat yapınca göze güzel görünen boktan hayatım..

      Ve bil ki, bu hiç kimsenin hayatımda olmadığı bir yalnızlık da değil bu.. Bu 'O kadar çok insan var ki yalnızlığımın altında, o kadar çok ismi olup kendisi hiç olan insanın izi var ki hayatımda..' gibi bir yalnızlık.. Birileri bana bir şeyler yapmak istiyor, hissediyorum.. Bu her olduğunda bunu hissediyorum, ama asla engelleyemedim.. İşte yine oluyor, yine ne yapacağımı bilmeyerek beni en boktan seçeneği işaretlemeye mecbur edecek şey yine oluyor, ve ben yine engelleyemeyeceğim...


Şeydâ FaLanfiLan..

3 Mayıs 2011 Salı

En Sevdiği Filmin Karesinden Fazlası Olamadığı Hayat İçin Paralananlar..

" Bazı sabahlar umudun ve yaşamak fiilinin (veya zarfının, kullanılışa göre) dibine vuruyoruz. Nedendir bilmem, hep sabaha karşılarda karşılaşıyorum samimiyetsiz, çirkin yılgınlıklarla.. Hıh, insan yaşayan canlılar arasında en sahtekârı, en yüzsüzü.. En yalancısı, en utanmazı.. Ve var oluş bilincinin ızdırâbını yaşamaya en müsait olanı.. Ne diye bahaneler yaratır ki kendine, ille de hayata sığınayım bir kıyısından diye. Her fırsatta siktir eden sevgilinin ayağına her seferde gider misin, insan koşa koşa gidiyor hayata.. Bir insan evladı yok mudur aranızda, 'Lan ben kırıldım, kırdılar yüreğimi, umudumu yok ettiler! Tahammül edemem artık aranızda durmaya, siktir olup gidiyorum hiçliğime.' diye haykırsın, sonra da sessizce terk etsin bizi; tüm bu ikiyüzlü, tüm 'kafayı ayakta kalmakla bozmuş','hayatta kalmayı kendine görev addetmiş' bu çirkin maskeleri bir çırpıda çizgileyip sessizce uzaklaşacak bir babayiğit.. Bu insanların yeni bir sayfa açmakla derdi ne, anlamak güç. Aynı kalemlerle yazılan yeni sayfalar.. Kim farklı sonlar hayal ediyor, kendini mutluluğun yolda olduğu yalanına inandıracak kadar salak olan kim, bazen akıl almıyor (genelde HAY* kafası yaşadığınız zamanlar).. 


Korkuya mahal yok, hayat bunları da önemsemiyor. Kimse hazzın ve mutluluğun nirvanasına ulaşamadı. Tüm zevkleri tadan da, din ayağına hepsinden vazgeçen de,  ömrünü sorgu-sualle bilip öğrenmekle veya ömrünü derin bir uykuda geçiren de.. Ölmeden hemen evvel tiksinti verici bir boşluktan fazlasını hissetmeyecekler. Ruhların bedenle birlikte sona kavuştuğu ana kadar alabileceğiniz ve verebileceğiniz tek bir şeyin bulunmadığı bir var oluşta; ölümün netlik ve sonucu açıkça sunan dürüstlüğü, anlam kargaşaları ve sahte idealarla kuşatıldığımız yaşamın sürecesinden niçin daha korkutucu olsun ki? "


*HAY: Hiçbir şeyin Anlamı Yok tribi.
Editörün Notu: İntihar edecekseniz mantıklı bir sebep bulmakla vakit kaybetmeyin.
Editörün Notu 2: Uygun resmi bulabilmek için 'varoluş'u google görsellerde arattım, evet, ne olmuş?


Şeydâ Falanfilan..


                                                 Resim: Salvador Dali